Alçak gönüllü ve kibirden çok uzak…

Geçtiğimiz günlerde internete düşen ve birçok sosyal mecrada paylaşılan bir video bu yazının ilham kaynağı oldu. Sosyal medyanın sıkı takipçileri kesin izlemişlerdir ancak izleyemeyenler için aşağıya ekliyorum. 1 dakika 47 saniyelik videoda Fransa açık tenis turnuvasında başlayan yağmurla birlikte duran tenis maçında, dünyaca ünlü tenisçi Novak Djokovic’in tüm dünyaya verdiği tevazu dersini keyifle izleyebilirsiniz. O karşılaşmada görevi top toplamak olan çocukla yaşadığı anlar özellikle yönetenler için büyük bir ders niteliğinde. Alçak gönüllü ve kibirden çok uzak…
 
 
Çalışmaya başladığım ilk günden beri mesleğimin bir parçası olmasının da etkisiyle beraber çalıştığım arkadaşlarım ya da yönetici konumuna gelmiş kişiler için değerlendirmemi yaparken bir kıstasa çok dikkat ederim; astlarına ya da kendilerine hizmet etmekle görevli olan kişilere karşı gösterdiği davranışlara. Bir yöneticinin üstlerine, benzer pozisyonda çalıştığı arkadaşlarına ya da müşterilerine sergilediği davranışlarının doğruluğu görevi gereği olabilir, ancak diğerlerine karşı olan davranışları görevi gereği değil, içinden gelenin sonucudur. Mecburiyetten değil, karakterinin gereğidir ve en iyi doğal ortamda gözlemlenebilir. Bir yöneticinin iletişim yeteneğini, yetkinlik ölçümlemelerinde ya da yetkinlik bazlı mülakatlarda kendisine sorulan “Her birimiz diğer insanlara vermek istediğimiz mesajı anlatmakta zorlandığımız bir durumda kalmışızdır. Başınıza böyle bir olayın geldiği bir durumu anlatınız. [1]” şeklinde klişe bir sorunun ezberlenmiş cevabından değil, astlarıyla ya da kendisine hizmet eden kişilerle iletişim kurarken gösterdiği davranışların gözleminden anlayabiliriz. Kibirden uzak durmanın ya da alçak gönüllü olmanın sadece iş hayatında değil, hayatın her alanında insanı insan yapan özelliklerden biri olduğunu düşünüyor ve yazımı herkesin ama özellikle de yönetenlerin kulağına küpe olabilecek bir sözü okuduğum paragrafı orijinaline dokunmadan paylaşarak bitiriyorum.

“The humblest person in an organisation is the most important – never, ever forget that.” So says Lord Ian MacLaurin, who warns against arrogance – do not assume you are ‘God’s gift’ in your field.[2]

Sevgi ve saygılarımla,
 
 
[1] http://www.hrm.com.tr/gorusme-rehberi/son erişim tarihi 04.06.2014
 

Klasik Kariyer Günleri mi? Geçiniz…

Bugünlerde üzerinde fazlaca düşündüğüm konulardan biri kariyer günleri… Her yıl kendi sektöründe öncü şirketlerin üniversite üniversite gezerek ne kadar iyi bir işveren olduklarını,  kendi markalarının gücünü, sektördeki konumlarını, şirketlerinin kuruluş öykülerini, yeni mezunlara sundukları kariyer olanaklarını, kendinizi yıllar boyunca Alice Harikalar Diyarında gibi hissedeceğiniz çalışma hayatını (!) ballandıra ballandıra anlattıkları öğrencilerle buluşma günleri… Elbette farklı düşünen, bu etkinliklerde farklı bir şeyler yapmaya çalışan şirketler de vardır. Ancak genel itibariyle salon girişlerine kurulan bir stant, içeriğine şirket web sitelerinden rahatlıkla ulaşılabilecek 45-50 dakika süren bir sunum, görevi gereği orada bulunduğu her halinden belli olan bir şirket yetkilisi ya da insan kaynakları yöneticisi ve sunumların sonunda ayrılan soru-cevap bölümü klişelerinin dışına pek de çıkamayan kariyer günleri…
 
Geçtiğimiz günlerde katıldığım bir üniversite etkinliğinde -ki kariyer günü etkinliği değildi- öğrenci arkadaşlarımızla kariyer günleri etkinlikleri ve bu etkinlikler hakkındaki düşünceleri üzerinden konuştuk. Ortak fikir aynı… Artık klişeleşmiş kariyer günü etkinlikleri hiç kimsenin ilgisini çekmiyor. Öğrenci arkadaşlarımız farklı bir ses, farklı dokunuş yakalama ihtiyacında olduklarını açıkça ifade ediyorlar. Şirketlerin tarihçelerini dinleyerek vakit kaybetmektense, mesleklerinde profesyonelleşmiş kişilerin mesleklerini nasıl seçtiklerini, mesleklerinde yaşadıkları zorlukları, mesleklerinin avantaj ve dezavantajlarının neler olduğunu birinci ağızdan ve samimi bir dille dinlemeyi tercih ediyorlar. Çok fazla çalışma yapılan bir iş için “evet bu işte çok fazla mesai yaparsınız” ya da ilk yıllarında az gelir elde edilen bir iş için “ evet bu işte ilk yıllarda az para kazanırsınız” cümlelerini duymayı bekliyorlar. Samimiyet ile yaratılan fayda, öğrenci arkadaşlarımız için her şeyden daha değerli…
 
Yıllar önce, Türkiye’nin en önde gelen şirketlerinden birinin insan kaynakları yöneticileri,  Türkiye’nin en önde gelen üniversitelerinden birinde yaptığı sunuma öğrencilerin katılımını arttırsınlar diye çok parlak (!) bir fikir buldular. Şirket insan kaynakları yöneticileri konuşmacı olarak davet ettikleri genel müdürlerine, katılımın az olması durumunda mahcup olmamak için çekilişle tablet bilgisayar dağıtılmasına karar vermişlerdi. Bu örneği arkadaşlarımıza anlattığımda komik bulanların yanında yakışıksız bulduklarını dile getirenlerin sayısı azımsanmayacak kadar fazlaydı. Bu örnek üzerinden yaptıkları yorumlar üniversitelerde seçeceği meslekler hakkında karar vermek üzere olan arkadaşlarımızın gerçek ihtiyaçlarının ne olduğu konusunda benim için ders niteliğindeydi.
 
Bugünün beklentileri göz önüne alındığında, geleceklerini belirleyecek meslek tercihlerini yaparken kendilerine fayda sağlayacak ufacık bir ipucu ya da meslek seçimlerinde kendilerine ilham verecek kısa bir deneyimi aktarmak yerine onları tavlanacak bir müşteri olarak görmek, şirketlerin ve şirketlerin işveren markası yönetiminden sorumlu insan kaynakları departmanları için en yapılmaması gereken hata olarak karşımızda duruyor.

Bu buluşmadan yaptığım çıkarımlara gelince…
 
Klişe bir kariyer günü etkinliği yerine yeni bir şey bul… Mesela “deneyim günleri”
 
Üniversite öğrencileri tavlanacak müşteriler değil, şirketinin geleceğidir… Bunu unutma!
 
Gerçek deneyimi paylaş imkânın varsa şirketinde gerçek bir deneyim yaşat!
 
Meslekleri anlatırken dürüst ve samimi ol. Sadece gerçeği anlat!
 
Klasik kariyer günleri mi? Geçiniz J
  Sevgi ve saygılarımla, 

Buhran zamanında insan kaynakları için bir öneri…

“Cehennemin en karanlık yerleri, buhran zamanlarında tarafsız kalanlara ayrılmıştır.” diyordu Dante Alighieri, 14.yüzyılın ikinci yarısında yazdığı ve İtalyan edebiyatının en meşhur epik şiiri ve dünya edebiyatının en önemli eserlerinden biri kabul edilen eserinde…
Bugün ülkemizin içinden geçtiği süreci göz önüne aldığımızda, ülkemizin bir buhran dönemi içerisinde olduğunu söylemekte pek de haksız sayılmayız. Her gün yepyeni bir skandalın ortaya çıktığı, akıl almaz yasaklarla karşılaştığımız, bir merak, bir tedirginlik, bir belirsizlik dönemini hep birlikte yaşıyor daha doğrusu  bu dönemi bir şekilde atlatmaya çalışıyoruz. Biraz insanları gözlemlemeyi seviyorsanız -ki bu bizim mesleğimizin olmazsa olmazlarındandır- az önce bahsettiğim merak ve tedirginlik gibi duygularını çalışma arkadaşlarınızın gözlerinde rahatlıkla görebilirsiniz. Peki bu buhran döneminde İnsan Kaynakları departmanları olarak ne yapabiliriz? Aslında ilk bakışta bu süreçte yapılabilecek bir şey yokmuş gibi gözükebilir ama var. Ne yapacağız? Siyasi parti ya da aday propagandası mı? Tabi ki hayır! 
Çalışma arkadaşlarımızı 30 Mart Pazar günü demokratik haklarını kullanmaya  teşvik etmenin belki de buhran döneminde bu ülke için yapılacak en büyük hizmetlerden biri olduğunu düşünüyorum. Bir çok yol bulunabilir ancak ben burada bir tanesini özellikle paylaşmak istiyorum. İnsan Kaynakları Departmanları olarak kurumlarımızda çalışan ancak adres kayıtları farklı illerde  olduğu için farklı illerde oy kullanmaya gidecek arkadaşlarınızın işlerini kolaylaştıralım. Pazar günü oy kullanmak için çalıştıkları illerin dışına gidecek arkadaşlarımızın 31 Mart Pazartesi günü idari izinli olmalarını sağlayalım..
Böylece siyasi tercihimiz ne olursa olsun tarafımız demokrasi olmuş olur…
Sevgi ve saygılarımla,

Kongrenin ardından aklımda kalanlar…

Geçtiğimiz hafta 4-5-6 Kasım tarihlerinde Peryön tarafından gerçekleştirilen 21.İnsan Yönetimi Kongresi, Türkiye’nin tüm insan kaynakları profesyonelleri ile alanlarında başarıyı yakalamış profesyonelleri düzenlenen oturumlarda bir araya getirdi. Türkiye’nin insan yönetimi alanında düzenlenen en büyük ve  en önemli organizasyonlarından biri olduğunu düşündüğüm kongrenin tüm oturumlarını yazmaktansa dikkatimi çeken oturumlar ve konular hakkındaki görüşlerimi paylaşmak isterim.
 
Açılış
 
Kongrenin açılışı tüm insan kaynakları profesyonelleri için bir ders niteliğindeydi. “Mutlu etmek istiyorsanız, özel hissettirin!” Tüm karizmaları ve şıklıklarıyla salona giren insan kaynakları profesyonelleri kendilerini beklemedikleri bir şekilde kırmızı bir halı üzerinde, harika bir müzik eşliğinde, spot ışıklarıyla aydınlatılan bir sahnede buldular. Patlayan flaşlar da çabası… Sahneye çıkan herkesin gözlerinden sırasıyla; yaşadıkları şaşkınlık, gülümseme ve mutluluk okunuyordu. Hepimiz için iyi bir strateji dersiydi. Özel hissettir, şaşırsınlar, gülümsesinler ve mutlu olsunlar… Denemeye ne dersiniz?

Açılış bölümünün ikinci büyük sürprizi ise Peryön Başkanı Sn. Yiğit Oğuz Duman’ın 2016 yılında düzenlenecek Dünya İnsan Kaynakları Kongresi’ne Türkiye’nin ev sahipliği yapacak olduğunu açıklamasıydı. Ülkemiz ve tüm insan kaynakları profesyonelleri için katma değer yaratacağına inandığım bu organizasyonda emeği geçen herkesin çok büyük bir takdiri hak ettiğini düşünüyorum. Teşekkürler PERYÖN…
 
Bloggerlar ve sosyal medya
 
Benim için kongrenin en keyifli anlarından biri, yıl içerisinde sosyal medya üzerinden iletişim halinde olduğumuz ve bloglarını keyifle okuduğumuz arkadaşlarımız ile tanışıp, sohbet etme imkânını yakalamak oldu. Hatta öyle keyifli bir hal aldı ki, önümüzdeki yıl bloggerlar ve okuyucuları için ayrı bir oturum düzenlenmesi önerim büyük beğeni ile karşılandı ve destek gördü. Bu arada Yılın İK Blogger’ı yarışmasında 1.ci seçilen Sn. Aydan Çağ ile birlikte; finale kalan, yarışmaya katılan, blog yazma işine gönlünü, emeğini ve zamanını vermiş her bloggerın yılın birincisi olduğunu ve ödülü hak ettiğini belirtmek isterim. Ancak bu bir yarışma ve birincisi Sn. Aydan Çağ… Kendisini ve finalistleri tebrik ediyor, başarılarının devamını dilerim.
Bir diğer konu ise sosyal medyanın etkin kullanımının teşvik edilmesi için ana sahnenin iki duvarına yansıtılan tweet wall’lardı. İki gün boyunca etkin bir şekilde kullandığımız twitterı duvardan takip etmek son derece keyifli oldu.
 
Katıldığım oturumlar hakkında kısa kısa…
 
KONGRE AÇILIŞ /YİĞİT OĞUZ DUMAN: Her zamanki enerjisi ve verdiği müjdeli haberle kongrenin sevindirici bir ortamda pozitif başlamasını sağladı.
 
İSTİHDAMDA KADIN ERKEK EŞİTLİĞİ /DOÇ. DR. AŞKIN ASAN: Maalesef her organizasyonda olduğu gibi devletin düşük enerjisinin ve ağırlığının salonda hissedildiği, konuşma sırasında hayatımda ilk kez bir konuşmacıdan “alkışlayın ama!” şeklinde bir uyarı ile karşılaştığım, ilk günün en sıkıcı anlarıydı…
 
CESUR VE KARARLI OL ! ZİNCİRLERİNİ KIR ! /JIM LAWLESS: Tüm salona zincirlerin nasıl kırılıp, nasıl başarılı olacağının ipuçlarını anlatırken, aynı zamanda sahnedeki enerjisi, hareketliliği ve iletişimiyle, bir önceki sunumda salonun kaybolan enerjisini yükselttiğini söyleyebilirim. Anlattıklarıyla hepimizin ufkunda yeni pencereler açarken aynı zamanda etkileyici bir sunumun nasıl yapılacağı konusunda ders verdi.
 
ORGANİZASYONEL ENERJİYİ ARTTIRAN LİDERLİK /PROF. DR. HEIKE BRUCH: Anlatılanlar ve konu çok ilgi çekici ve yararlıydı. Anlatımın ders modunda olması konuya olan ilgiyi maalesef dağıttı. Organizasyonlar içerisinde mevcut enerji tipleri ve bunların organizasyonlara olan etkileri konusunda güzel örnekler verildi. Prof.Dr. Heike Bruch’ ın kötü bir çalışan bağlılığı örneği olarak paylaştığı Pepsi. co arabasında Coca-Cola içen çalışan örneğinin ardından, çalışan bağlılığı oturumunda Pepsi.co yetkilisinin konuşmacı olması ironikti. Konuşmacıların bu tarz örnekleri seçerken bir nebze daha dikkatli olmaları gerektiğini düşünüyorum.
 
EZBER BOZULDU: DEĞER YARATAN STRATEJİ  /ARIEL ECKSTEIN: 238 milyon olan üye sayısını saniyede 2 yeni üye hızıyla arttıran LinkedIn’in  iş hayatında, işe alım süreçlerinde ve şirketlerde yarattığı değişimi ve yarattığı katma değeri anlatan keyifli bir sunumdu.
 
ÇALIŞAN BAĞLILIĞI: Maalesef konuşmacıların, Sn. Dr. Çağlayan Bodur dışında katma değer yaratacak paylaşımlarda bulunamadığı bir oturum oldu. Dinleyicileri memnun edemeyen oturumlardan birisi olduğunu sadece kendi gözlemlerinden değil, oturuma katılan arkadaşlarımla yaptığım paylaşımlar ışığında rahatlıkla söyleyebiliyorum.
 
ŞANS ALIŞKANLIĞI – BAŞARISIZLIK İYİDİR! / DOUGLAS MILLER: Miller son derece başarılı sunumu ile şans faktörü, başarı, başarısızlık üçgeninde enerjisi yüksek ve başarılı bir sunum gerçekleştirdi. Başarısızlıklardan yakalanacak fırsatlar üzerine keyifli bir paylaşımdı.
TECRÜBESİZLİĞİN ŞANSINDIR / DR.AHMET PAKSOY: Dr. Ahmet Paksoy, İDO’daki Genel Müdürlük serüvenini her ne kadar esprili ve izleyiciye yakın bir anlatımla paylaşmaya çalışsa da sunumun ilerleyen slaytlarda İDO’nun operasyonlarını anlatan biraz da reklam kokan bir tarza dönmesi ve ik ile örneklerin az olması hayal kırıklığı yarattı.
 
TOPLUMUMUZU TANIYOR MUYUZ? / BEKİR AĞIRDIR: Kongrenin en etkin ve farkındalık yaratan sunumlarından biri olduğunu söyleyebilirim. Bizlere anlaşılmayı beklerken aslında düşüncelerini kabul etmediklerimizi nasıl yok farz ettiğimizi ve nasıl yok saydığımızı, dinlemesi keyifli ve akıcı bir dille paylaştı.

SOSYAL MEDYA: Sosyal Medya oturumu da günün en keyifli ve güzel oturumlarından biriydi. Gazeteci Emin Çapa’nın keyifli ve sıcak moderatörlüğünde gerçekleşen oturumun yıldızı Fatmanur Erdoğan’dı. Fatmanur Hanım’ın sosyal medya ve önemini anlatırken bir yandan tweet atması ve kendisine attığım tweetlere cevap vermesi şeklinde kurduğumuz diyalog kongreden en çok aklımda kalan andı. Bu sunum sonrasında konuşmacıların twitter, linkedin gibi sosyal medya adreslerinin kitapçıklara ve tweet wall’a yazılması önerimin benimsenmesinden çok memnun oldum.
 
MÜZİKLİ BİR SOHBET – ÇATIŞMALARI YÖNETMEK /MEHMET AUF ve ORKESTRASI: 21.İnsan Yönetimi Kongresi’ne yakışan, eğlenceli ve öğretici bir kapanışı Mehmet Auf ve orkestrasından izledik. Çatışma yönetimini bir orkestra üzerinden kurgulanan mizasenlerle anlatması, hemen hemen her insan kaynakları profesyonelinin her gün karşılaştığı çatışma durumlarını ve çözümlerini izlemekten büyük keyif aldım. Bu çatışmaları çözmek için zaman zaman başvurulan klişe sözlerin dışarıdan ne kadar komik durduğu da benim için ayrı bir öğreti oldu.
 
Sonuç
 
Yukarıda bahsettiğim oturumlardaki konuşmacılardan ve beklentilerimin daha yüksek olmasından kaynaklanan memnuniyetsizlikler bir yana, gerek organizasyonu ve planlaması, gerek kongrenin enerjisi ve katılımcıların sıcaklığıyla son derece başarılı ve keyifli bir kongre yaşadığımızı söyleyebilirim. Bu organizasyonda emeği geçen başta Sn. Yiğit Oğuz Duman olmak üzere tüm PERYÖN ailesine teşekkür etmek isterken, bir parantez de Sn.Özlem Helvacı’ya açmak istiyorum. Kongre süresince her şeyin mükemmel olması için canla başla çalışan ve tüm yorgunluğuna rağmen kongre sonrası önerilerimi dikkatle dinleyen ve ertesi gün göndermiş olduğum mailime anında geri dönüş yapan Sn. Özlem Helvacı’ya çok teşekkür ederim.
 
Sosyal medya tanışıklıklarının gerçeğe dönüştüğü, çok değerli bilgiler edindiğim ve çok değerli meslektaşlarımla tanıştığım bu kongrenin ardından bir sonraki kongreyi sabırsızlıkla bekliyorum.
Sevgi ve saygılarımla,

Koçluk ve Liderlik mi dediniz? O zaman Željko Obradović


İş hayatında gözü yönetim kademelerinde olanlar ile bizler gibi gözü yöneticilerin üzerinde olan insan kaynakları profesyonellerinin hayallerini süsleyen iki yetkinlik: Koçluk ve Liderlik. Hemen hemen hepimiz hem kendimizde hem de birlikte çalıştığımız yönetici arkadaşlarımızda bu yetkinliklerin gelişimi için eğitimler veriyoruz, alıyoruz, planlıyoruz, düzenliyoruz… Uzun saatler süren hatta hafta sonlarının tamamını kapsayan uzun soluklu eğitimler yerine çok kısa sürede kendiliğinden gelişmişçesine verilen ve somut olay örneklerine dayanan, benim “gerilla tipi eğitim” diye adlandırdığım eğitim tipinin çok daha yararlı ve etkin olduğunu düşünüyorum. Bu eğitimler sadece iş ya da sınıf ortamında değil hayatın her anında ve her dakikasında alınıp verilebilecek eğitimler… Tabi ki doğru yere bakmak şartıyla…
 
İşte bu düşüncemden hareketle koçluk ve liderlik üzerine bir eğitim fırsatını geçtiğimiz haftalarda gittiğim bir basketbol maçında yakaladım. Taraftarı olduğum kulübün basketbol takımının başında olmasından çok başarılarla dolu ve etkileyici kariyerini bildiğim için tüm maç boyunca efsane coach Željko Obradović‘i izledim. Hayatımda gördüğüm en etkileyici koçluk ve liderlik öğretilerinden biri olduğunu itiraf etmeliyim. Koç Željko Obradović, Sırp basketbol koçu ve eski profesyonel basketbol oyuncusudur. 4 farklı kulüpte 8 Euroleague şampiyonluğu kazanmış olmakla birlikte Avrupa’nın gelmiş geçmiş en iyi koçu olarak kabul edilmektedir.
Željko Obradović‘in en büyük özelliği, geçtiğimiz yıl ile karşılaştırıldığında kendi kurmadığı bir ekipte yarattığı inanılmaz değişim ve inanç. Obradović bu değişime ekibini inandırmış ve değişimi çok iyi yönetiyor. Liderine inanmakla başlayan ekibin zamanla yükselen başarısı, özgüveni de beraberinde getiriyor… Obradović ekibindeki tüm oyunculara müthiş bir özgüven aşılıyor. Ekip hangi durumda olursa olsun panik yapmıyor çünkü herkes hem kendine hem takım arkadaşlarına güveniyor. Bilgeliğiyle saygıyı kazanmış koç, bu bilgeliğin getirdiği saygınlığı egolarını beslemekte kullanmıyor. Genç yeteneklere güveniyor ve fırsat veriyor. Hata yapanı affetmiyor. Hata yapan oyuncusunu hemen oyundan alıyor ancak cezalandırmak için değil… Doğrusunu anlatmak için… Sahada oynanan oyunu bırakıyor ve o an oyuncusuna hataları ile ilgili geri bildirim verip, görevini hatasız yapması için bir şans daha veriyor… Hatalara kızıyor ancak doğruları anlatmaktan ve defalarca şans vermekten bıkmıyor. Disiplini asla elden bırakmıyor. Sonuç ne olursa olsun ekibinin sistemini ve planını tehlikeye atabilecek her türlü gereksiz riskin bireysel olarak alınmasına izin vermiyor.  Bir risk alınacaksa bu riski ekibin tamamına dağıtıyor ancak sorumluluğu kendi üzerine alıyor. Hedeflerin net olarak tanımlandığı ve ekibin bu hedeflere ulaşmak için en üst düzeyde motive edildiği hissediliyor. Avrupa’nın gelmiş geçmiş en iyi koçu olarak anılmasına rağmen “Başarıya herkesten daha açım” diyebilecek kadar işini tutkuyla yapıyor. Kazandığı bir zafer sonrası ismini bağıran binlerce kişiye oyuncularını gösterip, kendisine tezahürat yapılmaması için mahcubiyetle oyuncularının arasına saklanacak tevazuyu gösteriyor.

Željko Obradović toplam 40 dk. süren bir basketbol maçında liderlik ve koçluk yetkinliklerinin en çarpıcı ve etkileyici örneklerini sergiliyor. Hayatta bu ve buna benzer liderlik ve koçluk derslerini almasını ve uygulamasını bilen profesyonellerin başarıya bir adım daha yakın olduklarını düşünüyorum.

      
Teşekkürler Obradović…